Astrofizik, yer çekimi, kuantum fiziği, teorik fizik ve kozmoloji alanlarında çok önemli teoriler ortaya koyan Stephen Hawking (1942-2018), “Zamanın Kısa Tarihi” kitabında evrenin başlangıcından bu yana olan süreci bilimsel olarak açıklamaya çalışıyor. Bu açıdan bakıldığında bize evrenin –şu an için algılayabildiğimiz kadarıyla- zaman çizelgesini sunduğunu söyleyebiliriz.
Stephen Hawking’in uluslararası en çok satan bu kitabından aldığım aşağıdaki 10 not ile içinde yaşadığımız evrenin tarihi ve çalışma mekaniği üzerine zihninizi gıdıklayacak bir takım ipuçlarına ulaşabilirsiniz. Bu ipuçları, çevrenizde olup bitenleri daha geniş bir bakış açısından sakince değerlendirmenize ve zamanın nasıl geçtiğini kavrayarak onu daha iyi yönetebilmenize yardımcı olabilir:
Kendimizi hayret verici bir dünyada buluyoruz. Etrafımızda gördüğümüz şeylere anlam vermek istiyoruz ve şu soruları soruyoruz: Evrenin doğası nedir? Evrendeki yerimiz nedir, evren ve biz nereden geldik? Evren neden halihazırda olduğu gibidir?
Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı, öyle görünüyor ki bizlere solucan delikleri, bir başka deyişle uzayzamanın farklı bölgelerini birbirine bağlayan küçük tüpleri yaratabilme ve de sürdürebilme olanağını sağlıyor. Eğer durum böyleyse, o halde solucan delikleri galakside yapılacak hızlı yolculuklar veya zamanda geriye gitmede kullanılabilir. Şüphesiz henüz gelecekten gelen birini görmedik (yoksa gördük mü?).
Günümüz bilim insanları evreni iki temel kısmi kuram temelinde betimliyor: genel görelilik kuramı ve kuantum mekaniği. Genel görelilik kuramı kütle çekim kuvvetini ve evrenin gözlemlenebilir büyüklüğünü, eşdeyişle yalnızca birkaç kilometrelik büyüklüğünden milyon milyon milyon (1 milyon ve yanında 24 sıfır) büyüklüğüne kadar olan büyük ölçekteki yapısını betimler. Diğer yandan kuantum mekaniğiyse bir santimetrenin milyonda birinin milyonda biri kadar oldukça küçük ölçeklerdeki olgularla uğraşır. Ancak ne yazık ki bu iki kuram birbiriyle tutarsızlık gösterir; her ikisi de aynı anda doğru olamaz. Günümüz fiziğindeki en büyük uğraşlardan biri, söz konusu iki kuramı bir araya getirecek yeni bir kuram, yani kuantum kütleçekim kuramı arayışıdır.
Newton’ın hareket yasaları uzayda mutlak konum olduğu fikrine bir son getirdi. Bununla birlikte görelilik kuramı da mutlak zaman anlayışını ortadan kaldırdı. Görelilik kuramında belirli bir mutlak zaman anlayışı yoktur, daha ziyade her bir bireyin nerede bulunduğuna ve nasıl hareket ettiğine bağlı olarak değişen kişisel zaman ölçümü vardır.
Uzay ve zaman artık dinamik niceliklerdir: bir cisim hareket ettiğinde uzay ve zamanın eğriliğini etkiler ve bunun karşılığı olarak da uzayzamanın yapısı cisimlerin hareket etme ve kuvvetlerin etkime biçimini etkiler. Uzay ve zaman yalnızca evrende olup biten her şeyi etkilemekle kalmaz, olup biten her şeyden de etkilenir.
Cambridge’te öğretim üyesi olan John Michell yeterince büyük ve yoğun bir yıldızın ışığın kaçamayacağı kadar büyük bir kütleçekimsel alana sahip olacağını gösteren bir makaleyi 1783 yılında Philosophical Transactions of Royal Society of London dergisinde yayımladı: buna göre böylesi bir yıldızın yüzeyinden yayılan ışık, çok uzağa gidemeden yıldızın kütleçekimsel çekimi tarafından geri çekilirdi. Michel buna benzer çok sayıda yıldızın mevcut olabileceğini düşünüyordu. Her ne kadar bu yıldızları, kendilerinden yayılan ışık bize ulaşmadığı için göremiyor olsak da kütleçekimsel çekimlerini hissetmeye devam ederiz. Bu tür nesnelere artık kara delikler diyoruz, zira oldukları şey tam olarak bu: uzayda kara boşluklar.
Düzensizliğin ya da entropinin zamanla artması, zaman oku denilen ve geçmişi, gelecekten ayırıp zamana bir yön veren şeye bir örnektir. Bununla birlikte en azından üç farklı zaman oku mevcuttur. İlki düzensizliğin ya da entropinin arttığı termodinamik zaman okudur. İkincisiyse psikolojik zaman okudur. Bu, içerisinde zamanın geçtiğini hissettiğimiz ve geleceği değil, fakat yalnızca geçmişi hatırladığımız yöndür. Üçüncü ve son olaraksa kozmolojik zaman oku vardır. Bu da içerisinde evrenin küçülmekten ziyade, genişlediği zaman yönüdür.
İnsan ırkının evreni anlamada gösterdiği gelişim, sürekli artan bir şekilde düzensizleşen bir evrende küçük bir düzen köşesi kurdu. Bu kitaptaki her bir sözcüğü hatırlarsanız hafızanız aşağı yukarı iki milyon bilgi parçası kaydetmiş olacaktır: eşdeyişle beyninizdeki düzen yaklaşık iki milyon birim artacaktır. Ancak bu kitabı okuduğunuz sırada besin formundaki en azından bin kalorilik düzenli enerjiyi etrafınızdaki havaya konveksiyon ve terlemeyle kaybettiğiniz ısı formuna dönüştürmüş olacaksınız. Bu evrendeki düzensizliği yaklaşık yirmi milyon milyon milyon milyon birim –ya da beyninizdeki düzen artışından yaklaşık on milyon milyon milyon kat- artıracaktır; tabii kitaptaki her bir sözcüğü hatırlıyorsanız.
Şimdiye kadar pek çok bilim insanı evrenin ne olduğunu betimleyen yeni kuramlar geliştirmekle o kadar meşgul oldu ki, evrenin neden var olduğunu sormaya yer kalmadı. Diğer yandan işleri neden diye sormak olan felsefecilerse bilimsel kuramların gelişimine ayak uyduramadı. On sekizinci yüzyılda felsefeciler, bilim de dahil olmak üzere insan bilgisinin tamamını kendi alanları olarak değerlendirmekte ve sözgelimi şu türden sorulara yanıt aramaktaydı: evrenin bir başlangıcı var mıdır? Gelgelelim on dokuz ve yirminci yüzyılda bilim, felsefeciler ya da birkaç uzman dışındaki herkes için teknik ve matematiksel bir hale geldi. Felsefeciler soruşturmalarının kapsamını öylesine daralttı ki, yirminci yüzyılın en meşhur felsefecisi olan Wittgenstein bile “Felsefe için geriye kalan tek görev dilin analizidir” diyerek bu gerçekliğe dikkat çekti.
Kopernik daha on altıncı yüzyılda kendi evrenimizin bile merkezinde olmadığımızı göstermişti; ancak hala kendi alışıldık küçük dünyamızın gerçekliğin ne kadar küçük bir kesirini temsil ettiği fikrini kabul etmekte zorlanıyoruz. Çoklu evren fikrinin kabul görmesi için daha epey zaman gerekecek gibi görünüyor. Çoklu evrenlerin olağanüstü enginliğine karşın, bizim önemli olduğumuz bir nokta var: bütün bunları anlayabilen bir tür olmakla övünebiliriz. Bunları akılda tutarak, önümüzdeki yılların da son yirmi yıl gibi heyecan verici olmasını dilerim.
Toparlamak gerekirse “Zamanın Kısa Tarihi” kitabı, “Nereden geldik? Ve neden evren şu an olduğu gibi?” sorularını cevaplamaya çalışan ve düşüncede derinleşmeye yönelten bir modern bilgelik kavramıdır.
“Zamanın Kısa Tarihi” kitabını diğer Modern Bilgelik Kavramları ile bağdaştırmak gerekirse, şu kavramları incelemenizi tavsiye ederim:
Comments