Fransız ünlü deneme yazarı ve filozof Michel De Montaigne (1533 – 1592), yazılarında insan doğası, bilgelik, yaşamın anlamı, özgürlük gibi konuları, her dönemden insanın faydalanabileceği şekilde kaleme almıştır. Bir başka deyişle, sadece yaşadığı döneme dair durumları değil, insanlık var olduğu sürece üzerinde durulmaya devam edilecek konuları ve sorunları işlemiştir.
Montaigne’in önemli görüşlerini içeren ve bunları yorumlayan bu kitaptan aldığım 10 not ile öncelikle kendi iç dünyanıza dair sonrasında insanlığa dair bir takım ipuçlarına sahip olabilirsiniz:
Montaigne’e göre insanın kendini anlatması kendini tanımasıyla ilgilidir ve kendini tanımayan birinden kendisini anlatması beklenemez. Zaten en büyük sorunun da bu olduğunu düşünür; kendini tanımayan insanların yaşadığı bir dünya…
Oysa bir insanın ilk görevi, güzel bir yaşam sürmesidir. Ve bu geminin kaptanı da kişinin kendisidir. Eğer kendi yaşamının kaptanıysa bir insan, o zaman o geminin her şeyini en ince ayrıntısına kadar bilmelidir. Ancak o zaman denizin dalgalarına ve fırtınalara göğüs gerebilir. İnsana düşen şey kendi varlığından yola çıkarak dünyayı keşfetmektir, bir insanda olanın tüm insanlarda da olduğunu ve tüm insanlarda olanın da dünyaya dair olduğunu söyler Montaigne.
Montaigne, insan yaşamının çok katmanlı bir yapıya sahip olduğunu ve özünde kişilerin kendine ait düşünce ve yaşayış biçimleri olsa da, genelde ortak bir yaşama biçimi olduğunu düşünürdü.
Dostluk dediğimiz şey, ruhumuzun bir arada olmasını sağlayan ya da edindiğimiz derin ilişkiler ve yakınlıklardır. Benim inandığım dostluk biçiminde ruhlar o kadar derinden kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikiş yok olmuş, artık bulunamaz olmuştur. Çok sevdiğim dostumu neden sevdiğimi bana sorarlarsa, yanıtım şöyle olur: “O, o idi… Ben de bendim.”
Montaigne’e göre; insanı insanlardan koparan yalnızlığı ele alış biçimidir. Tek başına bir yerde yaşamak, sizi tek başına bir yerde yaşayan biri yapar, yalnız biri yapmaz. Alışkanlıklarından arınmayan ve kendini keşfetmeyen bir insanın yalnız yaşamaya başlaması, mekan değiştirmekten öteye gitmez. Sokrates’e biri hakkında şöyle derler: “Seyahat onu hiç değiştirmedi.” “Tabii ki değiştirmez” der Sokrates. “Çünkü kendisini de beraberinde götürmüştür.”
İnsanın yaşam konusunda borçlu olduğu ilk kişinin kendisi olduğunu söyler Montaigne. Bir başkası adına kendi derisi içinde oyalanmaktan başka bir şey değildir diğer türlüsü. Alışkanlıkların kelepçe gibi zihnimize takılması, insana dair olanı da hep karanlık tarafa, görünmezliğe iter. Daha da kötüsü, bunu bencillikle yaftalar. Oysa kendini tanımayan bir insan, ne kadar tanıyabilir ki dünyayı? Dünya budur diyenin ağzıyla konuşan biri için dünya, bir başkasının söylediği şeydir. Kendine dil olmayan bir insan, ancak başkasına kulak olur.
Ölüm için, “Bütün dertlerin bittiği yere gitmeyi dert edinmek, büyük budalalıktır” der Montaigne.
Ölüm karşısında insanların tüm mantığı devre dışı kalıyor. Bir insana, doğmadan önceki zaman için üzülmüyorsun da, ölümden sonraki zaman için neden üzülüyorsun dediğinizde, muhtemelen suratınıza öylece bakacaktır.
Başkalarının bilgisiyle bilgin olsak bile ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz.
Montaigne insan yaşamının sürdürülebilirliğini, insanın kuracağı dengeyle mümkün olduğunu düşünür. Bir kefe her daim diğerini dengede tutmalıdır. Bir yerde dengesizlik varsa, diğer tarafı da etkiler. Bu dengeyi kurmak yaşamın bir parçasıdır.
Toparlamak gerekirse “her insanda tüm insanlığın halleri vardır” ünlü sözünü dile getiren Montaigne’e göre, hayat kalitemiz kendimizi ne kadar tanıdığımızla doğru orantılı bir şekilde artmaya başlıyor. Bu bakış açısını birçok filozofta görebiliriz ancak benim aklıma ilk gelen, Alman filozof Arthur Schopenhauer’in (Kitap: Hayatın Anlamı) şu sözleriyle destekleyebiliriz/örneklendirebiliriz:
Her insan budalalığını, zafiyetini ve kusurunu şunu aklımızdan çıkarmayarak hoşgörüyle değerlendirmeliyiz: Önümüzde bulduğumuz kendi budalalıklarımızdan, zaaflarımızdan ve kusurlarımızdan başkası değildir; çünkü bunlar bizim de mensup olduğumuz insanlığın zaaflarıdır. Dolayısıyla, biz kendimizde insanlığın bütün kusurlarını ve zaaflarını taşıyoruz ve bundan ötürü eğer şimdi kızıp öfkeleniyorsak bunun tek sebebi bu belirli anda bunların bizde görünmemesidir. Dolayısıyla şimdi onlar su yüzünde değildir, içimizde derinlerde uyuklamaktadırlar, ama ilk fırsatta başlarını kaldırıp kendilerini göstereceklerdir, nasıl ki biz şimdi onları başkalarında görüyorsak…
“Hayatın Değeri Uzun Yaşanmasında Değil, İyi Yaşanmasındadır” kitabını Modern Bilgelik Kavramları ile bağdaştırmak gerekirse, şu kavramları incelemenizi tavsiye ederim:
Comments