“Doğa, insanoğlunu iki egemen efendinin, acı ve zevkin yönetimine tabi kılmıştır. Ne yapmamız gerektiğine işaret etmenin yanı sıra ne yapacağımızı belirlemek de yalnızca bunların işidir.”
İngiliz Filozof Jeremy Bentham (1748 - 1832)
İngiliz filozof Jeremy Betham’ın dediği gibi kararlarımızı bize sağlayacağı faydaya –getireceği acı veya zevke- göre alırız. Peki zihnimizde bu işlem nasıl gerçekleşir? Amerikalı Psikolog Daniel Kahneman, Hızlı ve Yavaş Düşünme kitabında bu soruyu şöyle cevaplıyor: İnsanın iki benliği vardır: deneyimleyen benlik ve anımsayan benlik. Deneyimleyen benlik, bir olayı deneyimlerken geçirdiğiniz süreyi ve anları temsil eder. Anımsayan benlik ise bir olayı deneyimleme süresinden bağımsız olarak o olayın en yoğun anlarında –doruklarında- veya sonunda sahip olduğunuz iyi veya kötü hisleri temsil eder ve daha sonra benzer olayla ilgili karar almak istediğiniz devreye girer.
Anımsayan benlik, zihnimizin 1. Sistem’iyle hareket ettiği için karar alırken her şeyi hesaba katmaz. Daha çok, hızlı düşündüğü için kolayında olan geçmiş tecrübelerin doruk noktalarındaki ve sonundaki hisse odaklanır. Dolayısıyla, bir olayı bütünüyle değerlendirmemize imkân tanımaz. Bu durumda yapmamız gereken; zihnimizin ilk etapta anımsayan benliğe önem verdiğinin farkına varmak ve deneyimleyen benliği de göz önünde bulundurmaya çalışmak. Tabii deneyimleyen benliği hesaba katmak için zihnimizin 2. Sistem’ini aktif hale getirmemiz gerektiğinin farkında olmalıyız. (Zihnimizin 1. Sistem ve 2. Sistem’inin nasıl çalıştığını öğrenmek için “Hızlı ve Yavaş Düşünme | Daniel Kahneman” bölümüne göz atabilirsiniz.)
Kahneman, bu durumu şu örneğiyle açıklıyor:
“Başarısız evliliğini tümüyle anımsayan benliğinin bakış açısından düşünüyorsun. Boşanma, sonunda berbat bir ses çıkan senfoni gibidir; kötü sona ermiş olması, tümüyle kötü olduğu anlamına gelmez.”
Deneyimleyen benliği, Jean Paul Sartre’ın Bulantı kitabındaki aşağıdaki notuyla da bağdaştırabiliriz.
“Yaşarken başımızdan hiçbir şey geçmez. Dekorlar değişir, kişiler girer çıkar yalnız. Başlangıçlar da yoktur; günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenir durur; sonu gelmez, tek düze ekleniştir bu. Arasıra şöyle bir hesap yapılır: “İşte 3 yıldır yolculuk yapıyorum. Bouville’e geleli üç yıl oldu,” denir. Başlangıç olmadığı gibi, son da yoktur. Bir kadın, bir dost, bir kent, bir kerede terk edilemez. Hepsi birbirine benzer zaten. Aradan iki hafta geçince, Şanghay, Moskova, Cezayir birbirinin aynıdır. Kimi zaman (pek sık değil), durumu gözden geçirir, bir kadına bağlandığınızı, kötü bir işe girdiğinizi fark edersiniz. Göz açıp kapayıncaya kadar sürer bu. Sonra yeniden başlar. Saatleri ve günleri birbirine eklemeye koyulursunuz. Pazartesi, Salı, Çarşamba. 1924, 1925, 1926.”
Görüldüğü üzere hayatımızda doruk noktalar ve sonlar olmadığı sürece, bir yerde geçirdiğimiz “zaman”, anlamını yitirmeye başlıyor ve hatırlanacak daha az şeye sahip oluyoruz.
İki benlik, hayatımızın her alanında karşılaştığımız bir modern bilgelik kavramıdır. Bu kavramın farkında olarak daha doğru kararlar ve buna bağlı aksiyonlar alabiliriz. Üstelik sadece deneyimi yaşayan taraf değil, deneyimi yaşattıran taraf olarak da bu kavramdan yararlanabiliriz. Mesela iş dünyasından örnekler vermek gerekirse:
Kurum olarak 1 müşterinize 2 yıldır kaliteli bir hizmet sunuyorsunuz, diyelim. 2 yılın sonunda o müşteri ile tatsız bir olay yaşadıktan sonra sizden hizmet almayı bırakması, kurum için kötü bir senaryodur. Çünkü süreden bağımsız olarak çalışan anımsayan benlik devreye girecek ve müşterinin en son sahip olduğu hisleri en çok hesaba katacaktır. Tabii böyle bir durumun farkında olarak müşterinin sahip olduğu deneyimden sonra onun ihtiyacını anlamak ve ona ufak jestler yapmak bu durumu tamamıyla pozitif bir duyguya da çevirebilir. Dolayısıyla, müşteri deneyimi çalışanları olarak, her zaman bir müşteride son olarak bıraktığımız hissiyatı düşünerek hareket etmeliyiz.
Benzer bir durum insan kaynakları alanı için de geçerli. Kurum olarak 3 yıldır size hizmet eden bir çalışanınızın, işten ayrılma sürecine ayrı bir özen göstermelisiniz. Çünkü çalışanın bu aşamada sahip olacağı hisler, anımsayan benliğinde yer alacak. Mesela, işten ayrılma aşamasında mutlu bir sürece sahip olan çalışan, işveren markasına pozitif bir etki katabilir, daha sonra kuruma tekrar çalışmaya gelebilir veya kendi çevresindeki potansiyel iş gücünü kuruma yönlendirebilir.
Bu örnekler, deneyimi yaşatan tarafa ait. Peki deneyimi yaşayan bir müşteri veya çalışan olsanız, ne yapmalısınız? Cevabı açık ve net: Sadece anımsayan benlikten kaynaklanan hisleri değil, aynı zamanda deneyimleyen benliğinizi hesaba katarak karar almalısınız.
İş hayatına ek olarak özel hayatımızda da iki benlik kavramından yararlanabiliriz:
Sevgililik veya arkadaşlık ilişkilerinizde karşı tarafa yaşattığınız son hissin, anımsayan benlikte büyük bir yer kaplayacağının farkında olarak kararlar alabilirsiniz.
Geçen yaz tatile gittiğiniz oteli değerlendirirken son gündeki hislerinize değil orada geçirdiğiniz 2 haftalık süreci ele alarak daha doğru bir değerlendirme sürecine sahip olabilirsiniz.
Toparlamak gerekirse, bir konu hakkında karar verirken zihnimizin öncelikle veya biz müdahale etmediğimiz sürece anımsayan benliğe göre çalıştığının farkında olmalıyız. Dolayısıyla zihnimizin daha yavaş, daha mantıklı ve daha kontrollü olan 2. Sistem’ini devreye sokarak deneyimleyen benliği de karar alma sürecine dâhil etmeliyiz.
“İki Benlik” Akıl Modelini diğer Modern Bilgelik Kavramları ile bağdaştırmak gerekirse, şu kavramları incelemenizi tavsiye ederim:
コメント